A. Caterina Lilah Yönetici | Dungeon Master | Gryffindor | IV.Sınıf
![Yönetici | Dungeon Master | Gryffindor | IV.Sınıf Yönetici | Dungeon Master | Gryffindor | IV.Sınıf](https://i.servimg.com/u/f64/15/54/85/23/jghjfg10.png)
![A. Caterina Lilah](https://2img.net/r/ihimizer/img51/8389/krristen.png)
Mesaj Sayısı : 370 Yaş : 33 Nerden : Phoenix/Arizona Kayıt tarihi : 18/08/10
Bilgiler Özel Yetenekler: Quidditch Mevkisi: Kaptan & Arayıcı Rpg Puanı:
![Ölüm Yiyen Alımları Left_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/left_bar_bleue.jpg) ![100/100](https://2img.net/i/fa/i/full_bar_bleue.jpg) ![Ölüm Yiyen Alımları Empty_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/empty_bar_bleue.jpg) (100/100)
![Ölüm Yiyen Alımları Empty](https://2img.net/i/empty.gif) | Konu: Ölüm Yiyen Alımları Paz Ağus. 22, 2010 12:35 am | |
| Ölüm Yiyen Alımları için aşağıdaki formu eksiksiz ve dikkatli doldurmanız gerekmektedir.Bu konuya mesaj atarak başvurunuzu gerçekleştirebilirsiniz. - Kod:
-
[size=13][color=silver][u]Başvuran Kişinin;[/u][/color][/size] [size=11] [b]Adı,Soyadı:[/b] [b]Yaşı:[/b] [b]Rp Deneyimi:[/b] [/size]
[size=13][color=silver][u]Karakterin;[/u][/color][/size] [size=11] [b]Tam Adı:[/b] [b]Neden Ölüm Yiyen olmak istiyorsunuz?:[/b]
[b]Örnek Rp:[/b] - En az [u]beş[/u] satır olmalıdır. [/size] | |
|
Colère Merde Karanlık Leydi
![Karanlık Leydi Karanlık Leydi](https://i.servimg.com/u/f64/15/54/85/23/karanl10.png)
![Colère Merde](https://2img.net/r/ihimizer/img844/134/14soykpjpg.png)
Mesaj Sayısı : 22 Yaş : 104 Nerden : Cehennem Ağzından Kayıt tarihi : 23/08/10
Bilgiler Özel Yetenekler: Zihinfendar Quidditch Mevkisi: Rpg Puanı:
![Ölüm Yiyen Alımları Left_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/left_bar_bleue.jpg) ![95/100](https://2img.net/i/fa/i/full_bar_bleue.jpg) ![Ölüm Yiyen Alımları Empty_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/empty_bar_bleue.jpg) (95/100)
![Ölüm Yiyen Alımları Empty](https://2img.net/i/empty.gif) | Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Çarş. Ağus. 25, 2010 2:35 pm | |
| Başvuran Kişinin;
Adı,Soyadı:--- Yaşı:--- Rp Deneyimi:5 ay
Karakterin;
Tam Adı: Colere Merde Neden Ölüm Yiyen olmak istiyorsunuz?: Sevgi ve ona benzer iğrenç şeyler bana göre değil. Güç ve iktidara erişmek varken böyle aptalca şeyler de istemem zaten.
Örnek Rp: - En az beş satır olmalıdır.
Bir saat. Bu kadar az mıydı bu bir saat? Kendini sınıfın kapısına bakarken bulmuştu. Sanki bir rüyadan uyanmış gibi kafasını salladı. Bu sırada önlerinde Mai vardı ve herkesin mektuplarını topluyordu. Mektupları toplamayı bitirince kapının üzerindeki mühürlere zarifçe dokundu. Mühürler yok olup kapı kulakları tırmalayan bir sesle açıldı. İçeriden korkunç derecede soğuk bir ses geldi. 'İçeri girin.' Tüm öğrenciler yavaş yavaş içeri girmeye başladı. Sınıf geniş ve ferahtı. pencerelerin açık olmasından olsa gerek. Boş bulduğu bir masaya doğru ilerledi. Ve oturdu. Önlerinde yıldız şeklinde taşlar koyulmuştu. İstenilen neydi? Tabi bu arada Profesör Myan sınıfta dolaşmaya başladı. O kadar ürkütücü duruyordu ki. Sınıfta sadece Profesörün ayakkabısından çıkan tıkırtılardı. Sonra Slytherinden çok fazla tanımadığı bir çocuğu kolundan tutup kaldırdı ve “Bu arkadaşlarınız tanıyor musunuz?” Sonra söyleyeceklerinin bitmediğini gösterircesine baktı hepimize. Sonra Heather!a döndü. “Heather, buraya gel! Peki, sen tanıyor musun?'' Bunu söylerken ki suratındaki o gülümseme elbette tüyler ürperticiydi. “Yüzleri yok bedenleri burada ve özleri eğer siz başarılı olamazsanız yok olacak, hala kim diye mi düşünüyorsunuz? Ben söyleyeyim; John ve Sarah . Şimdi yerinize geçin.” “Masalarınızın üzerinde yıldız şeklinde bir taş var. Bu taşa tılsım yapacaksınız. Nasıl yapıldığını taburelerinizin altında yere konmuş olan ders kitaplarınızda yazıyor.'' Sonra anlatmaya başlamıştı. Aslında o kadar da karışık görünmüyordu.
Asasını eline aldı Colere. Kime ve nne yapacağın aslında biliyordu. Sırf eğlence olsun diye Savannah'a yapacaktı bunu. Büyüsü de Engorgio olacaktı. Sırf zevk almak istiyordu bu dersten. Alacaktıda. Asasını sıkı sıkı kavradı. Masanın üzerinde duran taşa baktı sonra gözlerini kapadı ve ENGORGİO bir şey olmuş muydu? Tek gözünü araladı ve taşa baktı. Büyülenmiş gibi gözüküyordu. Ah kimi kandırıyordu? Daha önce hayatında kaç tane tılsımlı taş görmüştü ki? Olmamıştı işte. Zaten beklemiyordu böyle bir şeyi. Ama ya büyülendiyse. Büyülense anlardı işte. Nereden anlayacaktı ki? Kendisi az önce dememiş miydi tılsımlı taş görmediğini. Beyninde konuşan iki sesi de bir kenara itti. Bugün onları dinlemeyecekti. Ama sesler o kadar baskındı ki istemeden de olsa neler düşündüklerini duyuyordu.
Neler oluyordu kendisine ya? Ne demek içindeki sesleri istemeden de olsa duymak. Deli gibi davranmamalıydı.Taşın içine büyünün işleyip işlemediğini anlamanın tek yolu vardı o da profesörün dediğini yapıp fırlatmak. Taşı eline aldı. Bir kere havaya attı tuttu sonra karşısında siste duranlara dikkatlice baktı. Hangisinin Sarah hangisinin John olduğunı anlamak güçtü. Hem farkeder miydi kime attığı? Elbette farkederdi. Biri binadaşıydı onun. Erkeke olduğunu farzettiği kişiye doğru nişan aldı ve ellerinden serbest bıraktı taşı. Taş havada dönerek gidiyordu. Colere'ya bu biraz ağır çekim gibi gelmişti sanki. Yok canım öyle şey olur mu? Ama hayır ağır çekimde gidiyordu taş. Hayır Colere'nın beyni fazla veriyi kaldıramayıp bence yavaşlamıştı. Taş bildiğin hızla gidiyordu işte. Taş Sarah'nın suratına isabet etmişti. Kahretsin o kadar John olarak nişan almıştı. Sarah'nın suratı birden değişmeye başladı. Önce Cecilia'nın suratına dönüşmüş sonra suratı şireneşmeye başlamıştı. Bu yaptığı tılsım işe yaramış demek mi oluyordu şimdi? Eğer öyleyse iyiydi işte. Sonra şişen surat tekrar normal Savannah'nın suratına dönüşmüş ardından Sarah'nın suratı olmuşu ve son olarak ta tekrar sis yığını haline dönmüştü. Colere derin bir nefes alıp verdi. Kurtulmuştu bu dertten. | |
|
Lucifer Gabriel Ölüm Yiyen | Karanlık Leydi'nin Yardımcısı
![Ölüm Yiyen | Karanlık Leydi'nin Yardımcısı Ölüm Yiyen | Karanlık Leydi'nin Yardımcısı](https://i.servimg.com/u/f64/15/54/85/23/alamyi10.png)
![Lucifer Gabriel](https://2img.net/r/ihimizer/img837/4219/nylonian7.png)
Mesaj Sayısı : 36 Nerden : Cehennem Kapısı. Lakap : Devil(Şeytan) Kayıt tarihi : 08/09/10
Bilgiler Özel Yetenekler: Zihinfendar Quidditch Mevkisi: Rpg Puanı:
![Ölüm Yiyen Alımları Left_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/left_bar_bleue.jpg) ![88/100](https://2img.net/i/fa/i/full_bar_bleue.jpg) ![Ölüm Yiyen Alımları Empty_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/empty_bar_bleue.jpg) (88/100)
![Ölüm Yiyen Alımları Empty](https://2img.net/i/empty.gif) | Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları Perş. Eyl. 09, 2010 12:24 am | |
| Başvuran Kişinin;
Adı,Soyadı:Batuhan Başaran Yaşı:14 Rp Deneyimi:2.5 sene ve vampir diyarı rpg
Karakterin; [size=11] Tam Adı:Lucifer Gabriel Neden Ölüm Yiyen olmak istiyorsunuz?:Kötülük Saten adımdan belli olmakta yeni doğduğumda şeytani gülüşümden dolayı bu isim bana verilmiş.. Kötü olmamaktan kendimi alamıyorum..
Örnek Rp: - Sahilde Yürüyordum.Cok Güzel Bir geceydi.Sahildeki Bir Bara oturdum. Birşeyler içtikten sonra Sahilde Yürümeye Ve düşünmeye devam ettim.Hep Bir vampir olmak istemiştim.Soylu Bir aileden geliyordum.Zengindim Ama para benim için artık değerli Değildi.Herşeyi sağlayamıyordu.Özeliklede Vampir olamamı. Tek istediğim Buydu evet buydu.Karanlıkta bunları düşünerek yürürken Bir sesin beni çağırdığını duydum.Neooo! Neoooo!!! Buraya Gelllll! Buraya Gelllllll! Bağırdım:Kim o! Kim? Hayallerini gerçekleştirecek Kişi 30 saniye sonra boynumda Bir acı hissettim kanım donuyor gibiydi kalbim öylesine hızlı atıyorduki sanki duracaktı. birgün sonra kendimi bu sahilde yatarken buldum sivri dişlerim vardı.Veo'yu duydum ve ona katıldım.Günlerim çok güzel geçiyordu.Taki vampirelrle kavga edene kadar. Okuldan atılmıştım. Artık insan avlıyordum. Hayatımı böylke devam ettirdim. Not=Kurgudur.
En son Lucifer Gabriel tarafından Perş. Eyl. 09, 2010 12:55 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
|
Anthony Augustine Ölüm Yiyen
![Ölüm Yiyen Ölüm Yiyen](https://i.servimg.com/u/f64/15/54/85/23/alamyi10.png)
![Anthony Augustine](https://2img.net/h/i668.photobucket.com/albums/vv47/Meiseeme/avt-13.png)
Mesaj Sayısı : 7 Yaş : 29 Lakap : Augustine. Ancak küçüklüğünde, ona 'Tony' demeye cesaret edenler de yok değildi. Kayıt tarihi : 16/10/10
Bilgiler Özel Yetenekler: Quidditch Mevkisi: Rpg Puanı:
![Ölüm Yiyen Alımları Left_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/left_bar_bleue.jpg) ![94/100](https://2img.net/i/fa/i/full_bar_bleue.jpg) ![Ölüm Yiyen Alımları Empty_bar_bleue](https://2img.net/i/fa/i/empty_bar_bleue.jpg) (94/100)
![Ölüm Yiyen Alımları Empty](https://2img.net/i/empty.gif) | Konu: Geri: Ölüm Yiyen Alımları C.tesi Ekim 16, 2010 4:40 am | |
| Başvuran Kişinin; Adı,Soyadı: Esra. ^^ -Evet, erkek karakter açtım. Öhm. - Yaşı: 15. Rp Deneyimi: 2,5 - 3 yıl.
Karakterin; Tam Adı: Anthony Augustine Neden Ölüm Yiyen olmak istiyorsunuz?: Ah, hayatının herhangi bir döneminde başka bir tercih yapabileceğimi düşünmedim hiç, bunu seçeceğim en başından belliydi. Bazı insanlar, sadece kötü doğuyorlar sanırım. Pekala, işte ben de onlardan biriyim. Yolda, yanından geçerken bir anlığına bakışlarınızı çevireceğiniz ve çok normal görünse de sizi ürpertecek bir adam, karanlığa 'Kim var orada?' diye seslendiğinizde, cevap vermemesini umduğunuz kişi.
Örnek Rp: Not #1: Bayan bir karakterle yaptığım RP’dir, lütfen yadırgamayın. Not #2: Kurgudur tabii ki, daha önce başka yerlerde kullanmışlığım var. Not #3: Epey uzun geldiğinden spoiler’e alıyorum. ^^ Not #4: Değerlendirmeden sonra silinebilirse sevinirim.
- Spoiler:
Konserve kahkahalar. Sesi sabahın bu saati için fazla açık televizyondan kulağıma gelen gürültüde, beynimin sonsuz uğultudan ayırarak yorumlayabildiği tek şey. Kıvrıldığım tek kişilik koltuktan, ifadesiz gözlerle oturma odasının duvarının, televizyondan gelen ışığa göre ton değiştirmesini izliyorum inatla. Koltuğun hemen dibinde, yerdeki ağabeyimin, yani Owen’ın dizime dayalı kafasının, arada bir huzursuzca kıpırdandığını hissedebiliyorum. Babam yıllar öncesinde, biz daha çok küçükken gittiğinden beri, kendini bizden sorumlu hissettiği ve bunun için uyanık olduğunu biliyorum onun. Çift kişilik koltukta, uzatmalı nişanlısı ‘doktor’ Tony’e sarılan annemin hareket etmemesine rağmen uyumadığını bilmem gibi. Tony, başta hepimize destek olmaya çalıştı ve bunu daha yakından yapabilmek için birkaç günlüğüne bizde kalmaya başladı ancak Laoise, onun canından bir parça olan kızı, hep korunması gereken bir çocuk olarak kalacak biricik küçük kız kardeşi, yıkılmaz bir kale olarak gördüğü ablası ya da benim durumumda, hayatının çoğunu beraber geçirdiği, bütün huysuzluklarına katlanabilmiş en değerli arkadaşı değil sonuçta. Bu yüzden Tony’nin uyuyakalmasını bir ihanet olarak yorumlayamıyorum. Yine de, ondan yardım bekleyemeyeceğimizi biliyorum. Neye yardım edecek zaten, Tanrı aşkına? Her neyse. Bir de küçük Conall var tabii, daha sekiz yaşındaki kardeşimin en sonunda yorgunluktan bitkin düşüp uyuyakalması pek de şaşırtıcı değil.
Laoise’nın nerede olduğunu bilmeden, endişe içinde geçirdiğimiz beşinci gece, bitmek üzere. Daha gerçekçi bir yanım inatla bana artık belki o kadar da umutlanmamam gerektiğini fısıldıyor. Onu dinlemeyi reddetsem de haklı olduğunu hissedebiliyorum. Hayır, kesinlikle öyle düşünmüyorum ama lanet olsun, hissedebiliyorum. Eh, aslında daha doğrusu, hissedemiyordum. Birkaç gündür, beynimin, kalbimin ya da ruhumun –hangisi olduğunu bilmiyorum- bir yerinde, daha önce ne zaman istesem ulaşabildiğim bir şey, gerçekten çok, çok, çok küçük bir şey artık orada değil sanki. Yokluğuna kadar, varlığından da haberim olmadı aslında. Bir işe yaradığını söyleyemem, kardeşimle ‘telepatik’ bir iletişimimiz falan olmadı ki inandığım bir şey değil zaten o, pek. İşlevsiz sayılabilirdi ama karanlığın içinde yanan tek bir mum gibi, oradaydı işte. Ama beş gün önce birisi o mumu söndürdü sanki. Şimdi beynimi, ruhumu, kalbimi ya da her neresiyse orayı aramaya kalktığımda karşılaştığım karanlık sadece. Ah, saçmalıyorum. Saçmalıyorum! Hala tavana dikili gözlerimi kırpıştırıyorum bu düşünceyi kovmaya çalışırken. Saçmalıyorum, çok geniş bir hayal gücüm var sadece. Hayalimin bir ürünü, evet. Gerçek değil. Olamaz. Olmamalı.
Odadaki –televizyonun uğultusu hariç mutlak- sessizliği delip geçen zilin neşeli, sinir bozucu melodisi beynimin içinde çınlıyor bir an. Yerde oturan Owen sesin televizyondan gelip gelmediğini anlamak için birkaç saniye harcarken annem de koltukta doğruluyor. Yeni alarma geçmiş Owen’ın üstünden atlayarak kapıya doğru koşuyorum hayatım buna bağlıymış gibi. Kapıyı bir çırpıda açarken delikten bakmaya zahmet etmiyorum bile. Kahramanca gülümseyen bir grup polisin arasında bir battaniyeye sarılmış duran Laoise’yı göreceğimi ve onun boynuna atlayacağımı umuyorum. Her şey bitecek. Karşımda gerçekten iki polis memuru var, hiç olmazsa bir kısmı doğru tahminimin. Ama Laoise yok. Ya da polislerin yüzünde kahramanca bir gülümseme. Aslında, hüznün ve mahcubiyetin egemen olduğu yüzleri, elimde olmadan yansıttığımı fark ettiğim hayal kırıklığımı görünce biraz daha asılıyor. “Bulamadınız mı?” Bu benim sesim olamaz. Ben her zaman kendinden emin konuşurum, çoğunlukla biraz da alaycı. Ama sesim asla… böyle çıkmaz işte. İki polisin birkaç saniyelik bakışmasını yakalamamış olmayı diliyorum ailemin diğer üyelerinin arkamda yerlerini aldığını hissederken. Uzun bir sessizliğin ardından, “Bulduk.” diyor daha büyük göbekli ve kıdemli olanı. Ned. Yanında da uzun boylu, genç ve kız kardeşimin kaybolmasından daha farklı bir sebeple, daha farklı bir zamanda tanışsaydık yakışıklı bile bulabileceğim Jerry. ‘O zaman sorun ne, seni çörek canavarı?’ diye haykırmak istiyorum yüzüne. Tercihen ‘seni’ ile ‘çörek’ arasına birkaç kelime daha ekleyerek tabii. Ama yapmayacağımı biliyorum çünkü parçalar, ben onları durduramadan yerlerine oturup görmek istemediğim yapbozu tamamlıyorlar. Laoise, kahrolası iyi bir üniversiteye gitmeyecek, iyi gelirli kahrolası bir işte çalışmayacak, kahrolası iyi bir adamla evlenip anneme biri kız biri erkek kahrolası iki torun vermeyecek. Laoise Amerikan rüyasını yaşamayacak. Çünkü, aslına bakarsanız, hiç yaşamayacak ve şimdi de yaşamıyor. Benim ablam, en iyi arkadaşım ve sırdaşım artık yaşamıyor, gereksiz bir dizinin karakterininki değil, televizyonda çıkacak gerçek ama hiç tanımadığım bir insanınki değil, okulda ara sıra gördüğüm birininki değil, hatta yan komşumuz Bay Warner’ınki bile değil; benimki!
Yanağımdaki ıslaklığı hissettiğimde yağmur yağıp yağmadığını görmek için bakışlarımı yukarı çeviriyorum ister istemez. Ben ağlamam, diye inkar ediyorum şimdi birkaç damlası dudaklarıma ulaşmış tuzlu sıvının kaynağının gözlerim olduğunu fark edince. Zehirli bir ses zihnimde fısıldıyor bana: Bahse var mısın? “Ned, bu ne- ne demek-” diye başlıyor annem konuşmaya. Ailenin içinde Laoise’nın artık olmadığını anlayabilmiş tek kişi olduğumu fark ediyorum. En önde olduğum için, polisler hariç kimse yüzümün halini göremiyor.
Polisler bir kez daha bakışıyorlar birbirleriyle. Söylemenin zor olduğunu mu düşünüyorsunuz, diye geçiyor aklımdan. O zaman bir de söylenen tarafa geçmeyi deneyin bakalım pislikler! Laoise’nın gelmediği ilk gece, Jerry’le annemin telefondaki konuşmalarını hatırlıyorum. “Endişelenmeyin, Mrs. O’Hannigan. Gençlerin çoğu birkaç geceliğine evden kaçıp bir arkadaşlarında kalmaya falan kalkışırlar. Laoise’nın sabaha evde olacağına eminim.” İlk yirmi dört saatte bir şeyler yapsalardı şu anda hala bir kız kardeşim olabilirdi, diye düşünüyorum. Ned’le Jerry’nin annemin karşısında kıvranmalarını seyredebilirim ama anneme bunu yapamam, hayır. Titrek bir hırıltı çıkartarak derin bir nefes alıyorum. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırarak titremelerini engellemeye çalışıyorum konuşmadan önce. Doğrudan Ned’in gözlerine bakıyorum. “Nerede?” Tiz ve perişan belki ama yine de neden bahsettiğimi hissettiriyor ses tonum. Gözlerimi kırpıştırarak yaşların görüşümde yarattığı bulanıklıktan kurtuluyorum ve Ned’in ifadesini seçebiliyorum böylece: Şaşkınlık, biraz rahatlama ve bolca özür. “Milli Parkta. Turistlerden biri doğa yürüyüşü yaparken bulmuş.” Milli park mı? Laoise okuldan doğanın içinden, o yoldan dönerdi bazen. Düşüncelerimdeki geçmiş zaman, olayın gerçekliğini tekrar hatırlatıyor bana. Milli parkta ne oldu peki? Kışla beraber yemeksiz kalan hayvanların saldırısı mı, o yürürken altından yuvarlanan kayalar mı yoksa… Ah! Bütün olasılıkları olanca canlılığıyla gözümün önüne getirebiliyorum. Aslında daha çok, gözümden silmeyi başaramıyorum. “Nasıl?” Yine doğrudan Ned’e soruyorum. Sesim nasılsa bu sefer hem daha kararlı, hem de daha titrek. Herhangi bir Amerikan filminde sarı şeritten uzaklaşırken ‘Kahrolası federaller!’ diye bağırdığını hayal edebileceğiniz kadar tipik bir yerel polis olan Ned’in bunu cevaplamakta tereddüt ettiğini görüyorum. Bunun üzerinde kafa yoracak halim yok. Aslına bakarsanız, hiçbir şeye halim yok. “Nasıl?” diye yineliyorum sorumu. Daha yüksek sesle değil, sesim daha bile zayıf hatta. Ama daha çok tıslamayı andırıyor ve biliyorum ki, daha korkutucu. Açıkçası, duyduğumda beni de korkutuyor çünkü. Ned bir şeyler söylemek için ağzını açıyor ama annem ondan önce davranıyor. Tiz bir sesle “Laoise!” diye bağırdığını duyunca arkamı dönüyorum. Annemin kızıl kahve saçları savruluyor, vücudu ipleri aniden kesilmiş bir kukla gibi yığılırken. Tony, annemi son anda yakalayıveriyor. Laoise’yla ilgili hiçbir şey anlamadığını tahmin ettiğim Conall, endişeyle annemin yanına gidiyor. Küçük, soğuktan morarmaya başlamış dudaklarının oynadığını görebiliyorum ama sesini duymuyorum, kulaklarımda sadece bir uğultu var. Gerilimi arttırmak için filmlerde yapılan gereksiz bir hareket olduğunu düşünürdüm oysa hep bunun. Owen tepkisiz. Yanaklarından süzülen yaşlara, ocak ayının insanı donduran soğuğuna, annemin bayılışına, polislere. Ben… Bilmiyorum. Hiçbir şeyi. Ve her şeyi de biliyorum sanki. Aynı anda hem bütün enerjimin çekilip alındığını hem de sonsuz bir enerjiyle dolduğumu hissediyorum. Koşmak istiyorum, nefesimin çıkardığı beyaz buhara doğru koşmak, sürekli. Her şey bitene kadar koşmak. Işık hızını yakalayıp Laoise’yı döndürünceye kadar koşmak. Ve aynı anda, tek bir kasımı oynatmak bile istemiyorum. Yatağıma girmek, yorganı üzerime çekmek ve orada kalmak. Sonsuza kadar. Ama yapamam. Yapamam çünkü yardıma ihtiyaçları var. Annemin, Owen’ın ve Conall’ın. Tony’nin gideceğini biliyorum, kendisi de biliyor bunu. Belki bir hafta daha duracak, cenaze işleri hallolana kadar. Ya da bir ay, belki iki. Ama sonra gidecek. Çünkü annem değişecek. Aslında şimdiden değişti. Belki Tony hariç, hepimiz değiştik ve bir daha, asla bir hafta öncenin pazartesinde akşam yemeği yediğimiz zamanki gibi olmayacağız.
İçeriden birilerinin desteğine ihtiyaçları var. Annem otoriter kadındır ve güçlüdür de ama en çok sarsılan da o, buna eminim. Owen, bir zamanlar vücut geliştirme çalıştığı da düşünülürse dışarıdan sarsılmaz bir kale gibi görünebilir ama ben, altı yaşındayken labradorumuz Lucy öldüğünde bile iki buçuk ay boyunca her gece ağladığını biliyorum onun. Conall’ı düşünüyorum. Annesinin elini tutan, kocaman açılmış yeşil hareli, ela gözleriyle cesur olmaya çalışan korkmuş çocuk. Hepimiz birer yetişkin olduğumuzda en az hasar onda olacak, Laoise’yı en az o hatırlayacak çünkü. Ama şimdilik sadece bir çocuk ve Laoise’ya ne olduğunu gerçekten anladığını bile sanmıyorum. Peki on yıl sonra sen nasıl olacaksın, Rowan O’Hannigan? Beynimdeki sinir bozucu sesi susturuyorum. On yıl sonra nasıl olacağımı –aşırı başarılı iş kadını, uyuşturucu bağımlısı ya da bir akıl hastanesinin uzun süreli sakini- ancak Tanrı bilir ancak şimdi nasıl olmam gerektiğini biliyorum. Ailemin, alıştığı küstah, yıkılmaz ve otoriter genç kıza ihtiyacı var. Akşam yatağıma girdiğimde istediğimi yapabilirim ama şimdi, yapmam gereken şeyin ne olduğunu biliyorum. Soğuktan uyuşmaya başlamış ellerimle yanaklarımdaki yaşları siliyorum, yaşların onları yaktığını o ana dek fark etmeyişime şaşarak. “Tony, neden annemi salona götürmüyorsun, ne yapılması gerektiğini benden daha iyi biliyorsundur zaten.” Annemin doktor olan nişanlısına yarım yamalak, sahte bir gülümseme gönderiyorum. O, annemi kucaklayıp içeri girerken hala gözyaşları hariç tepkisiz duran Owen’a dönüyorum. Kendisine ilk seslenişimde beni ya duymuyor, ya da duymazdan geliyor. “Owen? Owen!” Adını ikinci, sonra bir de üçüncü defa tekrar ederken sesimin güçlü çıkmasına dikkat ediyorum ve böylece, daha şimdiden kızarmış gözlerini benimkilere çeviriyor. “Conall’ı odasına çıkarıp yatırabilirsen çok iyi olur.” Beni dinlemesi için bir sebep olmadığını fark ediyorum, benden daha büyük aslında. Ancak böyle bir anda, birilerinin ona ne yapacağını söylemesinde minnettarmış gibi bile görünüyor. Yaşına göre uzun olsa bile boyu, Owen’ınkinin yanında komik kalan çocuğun elinden tutup onun da içeriye girdiğini görüyorum. Jerry’le Ned’i, bana ne olduğunu daha detaylı anlatmaları için eve davet ettiğim polis memurlarının arkasından kapıyı kapatmadan önce, Suç oranı yüksek şehir merkezinden kilometrelerce uzakta, birbirinin neredeyse aynısı, çoğunun kredisi daha bitmemiş iki katlı, bahçeleri bakımlı müstakil evlerden oluşan küçük banliyöye son bir kez bakıyorum. Kilidi yuvasında iki kere döndürmeden önce, Bay Warner’ın bebek pembesi evindeki perdelerden birinin oynadığını fark ederek kaşlarımı çatıyorum. Sonra bunda şüpheli ya da yanlış bir şey olmadığını söyleyerek kızıyorum kendime ama bu, aklımdan çıkmıyor nedense. Yaklaşık çeyrek saat sonra Ned ve Jerry, bana, içinde sakinleştirici olan kahvesini yudumlayan anneme ve ne kadar çok ağladığının bile farkında olmayan Conall’a Laoise’nın milli parkın içlerinde, tecavüze uğramış ve bıçaklanmış halde bulunduğunu anlatırken de büsbütün zihnimi kemirmeye başlıyor oynayan perdenin görüntüsü.
| |
|